Düğünler paylaşılan sevincimiz olursa

Bir kahve sohbetinde yazlıkçı arkadaşlarım, komşularından bir genç kız ve bir delikanlının birbirlerini sevdiklerini ve de nişanlanmak istediklerini, buna karşılık ailelerin hazırlıksız olduklarını ve ne yapacaklarını bilmediklerini söylediler. Başka bir arkadaşta hep beraber yaparız dedi. Komşularımıza yardımcı olmamız gerektiğini vurguladı. O gençler bizim de çocuklarımız deyip, kolları sıvadılar, denize girilmedi, kendi işlerini yapmayı unuttular, kimi ayakkabısını aldı, kimi bohçasını yaptı, kimi de tuvaletini aldı, herkes bir görev üslendi.
Pastası, kurabiyeleri, giyimleri, bohçaları hazırlandı. Bir koşturma bir telaş. Apartmanın bahçesinde dar bir alanda yapılacaktı. Süslemelere başlamadan önce, bir arkadaşımız belediye ye gidip, arabaları park ettiğimiz alanı kullanmak için ricada bulundu. Belediye kabul etmekle kalmadı, alana yıkama ekibi yollayıp, güzelce yıkattı. Bütün gençler meydanı lambalarla süslediler, sandalyeler konuldu ve müzik grubu yerini aldı. Saat dokuz gibi bütün yazlıkçılar, kasabada devamlı yaşayan komşular meydana gelip oturdular. Nişanlılar meşalelerle geldiler, yüzükleri takıldı. O kısık müzik aletinin etrafında coşkuyla dans etmeye başladılar. Pasta kesildi, gazozlar, kurabiyeler komşular tarafından dağıtıldı, arkadan da damat beyin küçük kardeşi elinde bir çöp torbası ile çöpleri topladı. Belediye’nin yıkadığı meydanı kirletmeyelim der gibi herkesin çöplerini aldı. Sigara içenler saygıyla meydanın dışına çıktılar. Ah müzik! Eşimin hazırladığı iki hoparlör etrafına yanaşıp şikayet etmeden oynayan gençler, müzik aleti düşmesin emanet deyip başında bekleyen ablamızın telaşlı oluşu gençlerin daha dikkatli dans etmelerini sağlıyordu. Plastik sandalye üzerindeki müzik setine çarpmamak için biraz daha müzikten uzaklaştılar.
Daha sonra meydana bir araba hızlıca geldi, içinden gençler çıkıp, arabanın bagajını açtılar ve bir de ne görelim? On iki hoparlörlü bir müzik seti. Açıldı müzik ve insanlar coşguyla dans etmeye başladılar. Hepimizin yüzü güldü, saatlerce halaylar, horonlar, çiftetelliler oynandı, Türkçe, Kürkçe, Lazca şarkılar söylendi. Başta bu ilişkiye karşı olan kızın babası, ortaya atılıp kızıyla dans etti. Hiç kimse süzüm gözlerle birbirine bakmadı, ne bir eleştiri, ne bir tatsızlık, ne de bir ayrım. Tırnaklar ojesiz, parmaklar altınsız, pırlantasızdı. Kasabamızın pastanesinden alınan pastanın, kurabiyelerin, gazozun tadını unutmayacağım. Sandalyeler süslü, tabaklar porselen, bardaklar cam değildi. Masa yoktu. İnsanların saçları yapılı, giysileri abartılı değildi. Ayakkabıları dans etmeye uygundu, gösteriş yok, birlik, sevgi ve kardeşlik vardı. Takı takılmadı, çam sakızı çoban armağanı bütçelerini zorlamayacak hediyeler verildi.
Gençler çok mutluydu, Mutluluk havası herkesi kaplamıştı.
Belki de o akşam bir zaman kayması oldu, bizler geriye gittik. Belki altmışlı ya da yetmişli yıllarda idik. Tekrar mahalle kültürünü yaşadık, imeceyi tattık. Komşuluğun ne kadar önemli olduğunu gördük. Bazen düşünüyorum, acaba bizler abartıyı çok mu seviyoruz? Sevgiyle, mutlu kalın.

2018 Sevinç Ölçer

Sevinç Ölçer Kimdir? İstanbul’da çok çok seneler önce, denizleri çok seven denizci babanın ve yazmayı çok seven, dergilerde köşe yazarı olan ve de şiirleri yayımlanan bir annenin ortanca kızıyım. ‘Sizi ben okyanus suları ile yıkadım’ diyen babam, dalgaların içinde götürmeye çalıştığı gemisi bizleri annemin çok sevdiği görsel sanatların kıyılarına doğru atmış olmalı ki, ailemiz tiyatro, sinema ile ilgisini uğraşını hiç kesmeksizin devam ettirdi. Annem bana dokuz aylık hamileyken, Moliere’ in Cimri’ sini izlerken ve de Harpagon’a gülerken sancıları başladığından hastaneye zor yetiştirmişler. Daha ilk okula giderken tiyatrolara girme yaşımız tutmazken, annem ağabeyim ile benim yaşlarımızı büyütüp, oyunların bazılarını zorla da olsa izletirdi. İlk, orta, lise yi İstanbul’ da bitirip, kazandığım üç okul için büyük bir hevesle seçim yaptığımda babam; O okul olmaz, (Yabancı Diller Yüksek Okulu) gece, ben seni yollamamam dedi. İki lisanslı bir sporcu olduğumdan bu sefer Spor Akademisi için istekte bulundum. O okul olmaz, uzak gidip gelmen zor olur diyerek yanıt verdi. Artık son seçeneğim olan Eğitim Enstitüsü oldu, fakat o da olmadı, çünkü bombalar patlıyordu o zaman okullarda. Kaldım mı açıkta! Yok kalmadım, hemen kurslara başladım, daha sonrada ilk işim İsotaş A.Ş. Genel Müdür Sekreteri oldum. Sonra Transtürk Holding Taşımacılık da çalıştım. Daha sonra bir butik açtım, sonra Televizyon, Senkron Tv.de dublaj yaptım. Ayrıca Yönetmen yardımcılığı yaptım. Ve de en sonunda yirmi iki yıl önce Hollanda ya geldim. On sene eğitim aldım. On yedi senedir, oyun yazarı ve yönetmenim. Tabii hala eğitim alıyorum. İyi ki demişler ‘öğrenmenin yaşı yoktur’. Sevgiyle okuduğun her şey merakını tetikler, merak da bilgiyi doğurur.

Site Footer