AMOK KOŞUCUSU
Koşu, kurallara uygun, doğal bir arazide, pistte yapılan atletizm etkinliği olarak tanımlanır. Koşular yarışmalarla birlikte atletizmi oluşturur. Koşucuların hem rakiplerini geçmek, hem de kendi fiziksel ve ruhsal şuurlarını geliştirmek ve de dereceyi aşmak gibi değişik amaçları vardır. Koşu, ayrıca vücudun dinamizminin sağlanması için de yapılabilir. Olimpiyatlarda da atletizm ana spor sayılır.
Koşunun tarihi insanlık kadar eskidir. Spor olarak benimsenmesi eski Yunanlılara dayanmaktadır. İlk atletizm yarışmalarının MÖ.1453 yılında Yunanistan’da Tanrıça Athena’nın(zeka, sanat tanrısı) adına Pan Athenian Oyunları olarak düzenlendiği tarihi eserlerden bilinmektedir.
Koşmak stresi yok etmenin en iyi yollarından biri. İnsanlar avcılık yapmaya başladığından beri durmadan koşuyor. Afrika yerlilerinin yaptığı ceylan avlarında avcılara düşen iki görev vardır. Güneşin en yakıcı olduğu zaman diliminde hiç durmadan koşmak, ve avlarının bir ağaç gölgesinde dinlenmelerini sağlamak, ve ölümcül koşuya devam etmek.
Amok koşucusu ise Malezya ve Hindistan’da görülen bir tür çıldırma durumu. Malezya’ya özgü tarihsel ve kültürel unsurlardan kaynaklanır; yani kültüre özgü sendrom. Malay dilinde ‘Amuk’ şeklinde anılıyor, kelime olarak da gözü kara, hiddetli, saldırgan ve öldüren anlamına geliyor.
Amok koşucusu, hayatın sert yanlarına dayanamayıp, depresip bir duruma geçiyor. Melankoli tavırların ardından, ansızın vahşice, nedensiz ve ayrım gözetmeyerek çevresindeki her canlıya karşı saldırıya geçiyor.
Birileri tarafından durdurulana, öldürülene kadar durmuyor, koşuyor, koşuyor.
Çoğunlukla erkeklerde görülüyor, karşısına kim gelirse gelsin şiddet uyguluyor. İyi duygularının yok olduğu, toplum değerlerinden uzak, kendini kaybetmiş, önüne gelen engelleri aşmaya çabalayarak ölümü göze alarak gidiyor. Belki biraz aşina olduğumuz bir durum. Gazete haberlerinde sık sık karşılaşıyoruz, eşini, çocuklarını ve de önüne geleni öldüren cinnet geçiren insan haberleriyle.
Amok Koşucusu, Avusturyalı yazar Stefan Zweig’in 1922 tarihli kitabı.
Doktor olarak bir insana yardım etmek için duyguların arasında sıkışıp kalan bir adamın hikayesi.
Stevan Zweig, 1942 de yani bu kitabı yazdıktan 20 yıl sonra eşiyle birlikte intihar etmiştir. Yazarın yapıtlarında ki karakterlerde çoğunlukla intihar eylemi vardır.
Yazar, yaşamın bir anlamı kalmadığını anladığı zaman yaşamına kendi elleriyle son verebileceğini henüz üniversite çağlarında söylemişti. Amok Koşucusu’nda insanı en güçsüz, en savunmasız yönleriyle ele alıp, insan ruhunun en derin katmanlarına inmeyi bilen, bütün bunları son derece canlı ayrıltılı, çok yönlü bir anlatımla kaleme almış ve okuyucu oldukça etkilemiştir.
Bir solukta okuyabileceğiniz ve gerçekten zihninizin derinliklerine geçebilecek nitelikte, iç karartıcılığının yanında düşündürücü bir yapıt.
Amok Koşucusu bir baş yapıt olarak görülmektedir.
Diğer kitaplarda görüşmek üzere. Kitapsız kalmak, bilgiden yoksun olmak demektir.
Sevgiye kalın.
Sevinç Ölçer
3 comments On AMOK KOŞUCUSU
Güzel yazılar
Zweig; “Faşizmde bazen tek çare gitmektir” der, faşist Almanya’da olacakları görüp Brezilya’ya sığınmadan önce… Hayatına son verme kararıyla yazdığı mektupta da onu bağırlarına basan Brezilyalılara teşekkür etmeyi ihmal etmez. Bu yazar ve yapıtları hep içime dokunmuştur. Çok teşekkürler Sevinç Ölçer hatırlattığınız için. Sevgiyle, saygıyla,
Ben teşekkür ederim, okuduğunuz ve de yorum yaptığınız için, sevgiyle…
Comments are closed.